Fransa’da Charlie Hebdo Mizah Dergisi’ne yapılan saldırı ve sonrasındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Charlie
Hebdo dergisini hedef alan ve 12 kişinin hayatına mal olan saldırı
haberini şok olarak yaşadık. Bu saldırı, demokrasilerin önemli bir
değeri olan ifade özgürlüğünü hedefledi.
Charlie Hebdo’nun
çizdiği karikatürler, Müslüman Toplumu’nda dini değerlere saldırı,
aşağılama ve provokasyon olarak değerlendiriliyor, genel olarak. Siz
benzer şekilde düşünüyor musunuz? Provokatif de olsa Müslüman Toplumun
bu yayınlar karşısında nasıl tavır alması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Müslümanlar saldırıya yaklaşımlarıyla iyi bir sınav verdi mi?
Charlie
Hebdo, kendisini sorumsuz bir gazete olarak tanımlıyor. Provokasyon
adeta gayesidir. Müslüman toplumu ise tek tip bir blok değildir, çeşitli
ekoller ve görüşler barındırıyor. Bununla birlikte çoğunluk olarak
saldırıyı kınadığını ve lanetlediğini gözlemliyoruz.
Charlie
Hebdo’ya yapılan saldırıyı kınamak ve düşünce özgürlüğüne sahip çıkmanın
sembolü olarak “Ben Charlie’yim” ifadesi kullanıldı. Ancak Müslüman
toplumu olarak saldıryı kınamakla birlikte çeşitli gerekçelerle “Ben
Charlie’yim” demedi. Hatta “Ben Charlie değilim” ya da kimileri Charlie
Hebdo’ya saldırı yapanlardan Kouachi kardeşleri kastederek “Ben
Kouachi”yim dedi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Provokasyon,
Charlie Hebdo’nun tekelinde değil. Şunun altını çizmek lazım:
Kullanılan tüm sloganlar hem Müslüman, hem de gayri Müslimler tarafından
kullanıldı. Yani genelleme yaparak filancı slogan Müslümanların ürünü
gibi gözlemler yapmak yanlış olur. Bizler hem şiddete reddiye getirmek
adına Ben Charlie’yim denebileceğine, hem de Charlie Hebdo’nun yayın
çizgisine reddiye getirmek adına Ben Charlie değilim denebileceğine
inanıyoruz.
Tüm Dünya’da ve Avrupa’da özellikle 11 Eylül
saldırısından sonra islamofobi çok arttı. Müslüman toplumu ya da İslam
terörizmle eşdeğer bir algı oluştu. Bu da Avrupa’da yaşayan
Müslümanların hayatlarını son derece sıkıntıya sokuyor. Belçika’da iş
yerinde, okulda, sokakta ciddi bir ayrımcılık söz konusu. Siz
İslamofobiyle mücadele etmek için neler yapıyorsunuz?
Bizler,
islamofobinin İslam’a, Müslümanlara veya Müslüman olarak algılanan
insanlara karşı ifade edilen bir korku olduğunu düşünüyoruz.
Demokrasilerde korkmak suç değil, olamaz. Ancak ayrımcılıklar, nefrete
tahrik eden söylemler ve temel hak ihlalleri demokrasilerde suçtur.
Ayrımcılıklara ve temel hak ihlallerine karşı mücadele etmek adına
Justice and Democracy adlı kuruluşu kurduk. Justice and Democracy’nin
gayeleri arasında ayrımcılıklara ve temel hak ihlallerine karşı yetkili
kurumlara ve mahkemelere başvurmak yer alıyor. Justice and Democracy,
din ve mezhep farkı gözetmeyen bir kuruluş, dolayısıyla her türlü davaya
bakabilir. Ancak Müslüman vatandaşlar günümüzde doğrudan dışlandıkları
için sıkça yardım amaçlı müdahalelerde bulunuyoruz.
Suriye
savaşçıları olarak ifade edilen Belçika doğumlu gençlerin Suriye’ye
Cihad mücadelesi vermek üzere gitmeleri epeydir gündemde ancak son
olarak Verviers’de 2 Suriye savaşçısı gencin bir bombalama eylemi öncesi
öldürülmesi ülkede terör alarmı verilmesine neden oldu. Gençler
arasında radikalleşme olayları size ulaşıyor mu? Bu gençlere nasıl
yardım ediyorsunuz ve radikalleşmeye karşı bir çalışmanız var mı?
Bir
radikalleşme sürecinde olduğumuz inkar edilemez. Gençlere
yanıldıklarını ve yanıltıldıklarını söylüyoruz. Ancak gerçekten bu
fenomene karşı başarılı olmak isteniyorsa iki ana başlığa önem vermek
lazım. Birincisi; Ayrımcılıklara karşı kapsamlı bir eylem planını hayata
geçirmek lazım. İkincisi; Batı devletlerinin ilk başta Filistin’in
sömürülmesi olmak üzere hala devam eden bir takım uluslararası
adaletsizliklere karşı kararlılık göstermeleri lazım. YouTube’da
yayınlanan aşırı konuşmaları dinlediğiniz zaman ulusal düzeyde süren
ayrımcılıklar ve uluslararası düzeyde devam eden adaletsizliklerin
gençleri mobilize eden unsurlar olduğunu açık biçimde görebiliyorsunuz.
Batı devletleri ancak bu iki cephede samimi bir şekilde adımlar
atarlarsa aşırı söylemleri etkisiz hale getirirler.
Son
saldırı ve gelişmeler İslamın terörle özdeşleştirilmesi önyargısını daha
da güçlendiriyor. Bu önyargıları kırmak için Avrupalı Türklerin neler
yapması gerekir? Artık bizbize, kendi gettomuzda bu işin
halledilemeyeceği ortada. Belçikalı kurum ve sivil toplum örgütlerini ve
dini kurumları kapsayan çalışmalar yapmak gerekmez mi?
Yapılmaması
gereken şey, İslam ve terör arasında kurulmaya çalışılan ilintiyi
meşrulaştırmak. Norveç’te Anders Breivik Hristiyanlık adına 77 kişiyi
katlettiğinde hiç kimse Hristiyanlık ve terör arasında ilinti kurmadı.
Kendisini Yahudi devleti olarak tanımlayan İsrail devleti devlet terörü
uyguluyor ama hiç kimse Musevilik ve terör arasında ilinti kurmuyor.
Sıra İslam’a geldiği zaman farklı davranılması kabul edilemez. Diğer
yandan, toplumsal barış ve birlikte yaşamaya katkı yapabilecek bütün
aktörlerin harekete geçirilmesi elbette yerindedir, ancak herkes kendi
alanında kalarak ve başta din-devlet ayrılığı ilkesi olmak üzere
anayasal ilkelere bağlı kalarak bunu yapmalıdır. Örneğin devlet
kurumları sorumluluktan kaçarak misyonlarını dini kurumlara
devretmemeliler. Avrupalı Türklere gelince, dışlanmaya ve ayrımcılıklara
maruz kalan diğer toplumlarla dayanışma mekanizmaları inşa etmeliler.
Kendi köşelerinde kalarak mücadele etmeleri imkansız.
Tüm yukarıda saydığımız konular kapsamında Belçika’daki Müslüman toplumuna nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
İçinde
bulunduğumuz kriz devrinde Müslüman vatandaşlara çağrımız şudur: Adil,
dayanışmayı merkez alan ve tüm ayrımcılıkları men eden bir toplumun
inşasına katkı yapın, yani gerçek manada cihat yapın!
Mehmet Alparslan Saygın
Yayımlandığı tarih: 10 Mar 2015 @ 18:19 www.belturkhaber.be
[Bu söyleşi,Binfikir gazetesinin Ocak 2015 sayısında yayınlanmıştır.]
0 Yorumlar