Ticker

6/recent/ticker-posts

Ad Code

reklam

GÖÇ HİKAYELERİ-KAHRAMAN MALKOÇ

Belçika’ya göç hikayeleri röportajlarımızı hazırlamaya başladığımız günden itibaren müthiş bir araştırma ve çalışma temposu ile karşılaşacağımızı biliyorduk. Belçika’ya göç eden birinci nesli ve onların aziz hatıralarını ölümsüzleştirmede bizlerinde en küçük bir katkısı olacaksa bundan daha büyük bahtiyarlık olamazdı bizler için. Tabi ki Belçika Brüksel denilince akla ilk gelen isimlerden Lazoğlu, Enişte, Malkoçoğlu, lakaplı renkli kişiliğinin yanında karadeniz insanına özgü keskin zekası ile işbiticiliğinin yanı sıra insani ilişkileri ile Belçika Türk toplumunun sivil toplum örgütlenmesinde başrol oynayanlardan, yaptığı hizmetlerini kendisini ön plana çıkartmadan yürütenlerden Kahraman Malkoç’u unutmamız bizim için büyük eksiklik olurdu. Rüzgarlı bir sonbahar günü kendisi ile daha önce röportaj için sözleştiğimiz yerde bir araya gelerek 47 yıllık hayatının özetini bir çırpıda anlatı verdi. 13 yaşında Belçika’ya yalnız gelen Kahraman Malkoç bugün 60 yaşında 32 kişilik bir aile reisi. Allah kendisine daha uzun ömürler versin.
ERZURUM’A NİYET BELÇİKA’YA KISMET
1955 Trabzon, Maçka doğumluyum. 1968 yılın da İlkokulu bitirip Erzurum öğretmen okuluna yatılı öğrenci olarak kaydımı yaptırdım. Öğretmen olmak o yıllarda bizim bölgede çok rağbet gören bir meslekti. Geçmiş yıllarda Belçika'ya işçi olarak giden Ağabeyim izine gelmişti. Beni de kendisi ile beraber Belçika'ya götürmek istiyordu. O nun daveti üzerine Ankara Esenboğa havaalanından uçakla Belçika yolculuğum başladı. İlk zamanlarım da Havasını, suyunu insanlarını tanımadığım büyük bir şehire gelmenin şokunu yaşadım. Brüksel belediyesi sınırlarındaki Laken semtinde Place Gaucheret'e geldim. Yaşımında küçük olması nedeni ile o zamanlar hiç bir Türk'ün olmadığı okula yazıldım. Ağabeyim bana öğretmen soru sorduğu zaman önce soy adımı sonra adımı söylememi tembih etmişti.
İlk gün sınıfa bir heyecanla gittim.Tanıdığım, konuşabileceğim kimse yoktu. Sınıfımıza giren öğretmen beni yeni gördüğü için yanıma gelip;
-İyi günler, nasılsın ?(Bonjour, comment allez-vous) diye sordu.
Bende ağabeyimin tavsiyesine uyarak Malkoç Kahraman dedim.
Bütün sınıf güldü. birtane yunanlı kız, birtane belçikalı, birtane faslı ile beraber aynı gruba dahil oldum. Benimle aynı gün okula başlayan Faslı Hassan başladı tahtada Fransızca matematik problemlerini çözmeye, fransızca derslerde konuşmaya!!!
Bu durum benim ilk zamanlar çok garibime gitmiş, Bu adam benden akıllımı ki bu kadar sürede hemen Fransızca öğrenip konuşuyor, hesap-kitap yapıyıor. Oyıllar çocukluğumun verdiği heyecan ve hırs ile Fransızca dilini çabucak öğrenmek için büyük gayret ile derslerime çalışmaya başladım. Her merdivenin basamağına,her tuttuğum malzemeye bir isim vererek 6 ay içerisinde Fransızca dilini rahatlıkla konuşacak düzeyde söktüm. Daha sonra benimle aynı sınıfta olan Hassan'ı yanıma çağırıp ona; Sen benden daha mı akıllısınki bu dili benden önce öğrenip hemen konuştun?diye sordum.
Bana Hassan'ın verdiği cevap ise Bizim Maroc'ta herkes Fransızca konuşuyor. Bizim anadilimiz Fransızcadır dedi. Şaşkınlığım bir kez daha artmıştı ama, cesaret edip bu dili öğrendiğim için de ayrıca kendi kendime seviniyordum. Yıllarımız Belçika'da çok çabuk gelip geçti. Okuldaki öğretmenim Flamanca'yı da öğrenmem konusunda tavsiyede bulundu ancak; o zamanki şartlarda bunu yaopamadım.Ama tüm çocuklarıma Flamanca eğitim yaptırdım. Şu anda da Belçika'da yaşayan tüm Türk kökenli vatandaşlarımızın yaiadıkları bölgelerin dillerini iyi öğrenmelerini tavsiye ediyorum.
İlk gelen vatandaşlarımız bizlerde dahil hi. kimse burada uzun yıllar kalacağımızı tahmin etmiyor, buraya yönelik bir faaliyet düşünmüyorlardı. Herkes kazancını yastık altında saklıyordu. İzine giden akrabaları, arkadaşları vasıtası ile kazançlarını Türkiye'de değerlendirme yolunu tercih ediyorlardı. Kimisi köyde tarla alıyor, kimisi ev alıyordu. Kalmayı kimse düşünmediği için yıllar böyle geçti.
İLK İŞ, İLK SOMAJ
İlkokulu bitirdikten sonra meslek okuluna yazıldım. Şimdiki imkanlar gibi o zaman fazla imkanım yoktu. Sabah 04:00 de kalkıyordum. Saat 08:00 e kadar çalışıp oradan işe gidiyordum. Okuldan çıkıp bu sefer akşam işine gidiyordum.
Şimdiki vergi dairesi(contribution) binası o zamanlar Postahane olarak hizmet veriyordu. Bende makina ile yerleri temizliyordum. Patronumuz işe gelen Türk kadınları ile anlaşamadıkları zaman Tercümanlık için beni çağırmaya başlamışlardı.
Okul hayatını bu şekilde bitirdikten sonra Nosegem'de bir şirkette elektrikçi yardımcısı olarak çalıştım. Bir arıza için gittiğimiz Fabrika'da arızayı ben buldum ve tamiratını yaptık. Fabrika patronu benim orada elektrikçi olarak çalışmamı istedi. Bende kabul ettim. İşçi örgütlerinden sendika kayıt oldum ve işyerinde yapılan seçimlerde işçi temsilcisi seçildim. Eletrikçi olarak girdiğim işyerinde zamanla beni başka işlerde çalıştırmak istediler, bende kabul etmeyince patronu sendikaya şikayet için gittiğim sendika bürosunda bana Somaj (işsizlik yardımı)'a ayrılabileceğim söylendi.Bana verilen evrakları patrona imzalatmam durumunda bu haktan yararlanabileceğim söylendi. Evrakları alıp patrona imzalattım ve somaja çıktım.
İLK SENDİKACILIK, İLK CAMİ
Bir yıl işsizlik yardımı aldım. Sendika bürosuna gidip geldiğim zamanlarda bürodaki görevliler benim iyi derecede dil bilmemden dolayı Türk kökenli göçmenlerle olan sorunlarda benim onlarla çalışmam için teklifte bulundular. Henüz Belçika'da yaşayan kaçak göçmenlere af kanunu çıkmamıştı. Sendika'da bir tek (Gominis) Hüseyin Çelik ağbi vardı. Sendika bürosunda işi olanlara tercümanlık yapıyordum.1974 senesinde çıkan af kanunu ile soy ismi tutanlar Türkiye'den tüm akrabalarını istek yolu ile Belçika'ya getirttiler. Göçmenlerin çoğalması ile işsizlik sorunları da baş göstermeye başladı. İşsiz olanlar sendika'ya gelip 'Lazoğlu' benim böyle bir sorunum var yardım edermisin diye ilk bana geliyorlardı.
Sosyalist Sendikasında çalıştığım yıllarda bir gün kahvehanede oturuken Ağabeyimle aynı fabrikada çalışan birisi yanımıza geldi.’ Len lazoğlu sen müslümanların başkanı oldun, kardaşında Gominis oldu’ bu ne biçim iştir dedi.
Başka bir hatıram ise Sendika ya bir vatandaş geldi. Gominis Hüseyin ağbi, Gominis Hüseyin ağbi şu benim işimi hallediver diyerek yalvarıyor. Kime gittiysem senin işini Gominis Hüseyin yapar dediler. Hüseyin ağbi’de git kardeşim bana gominis deyip durma diyerek vatandaşa çıkıştı. O arada ben yaşanan diyaloğa girerek Hüseyin agbi bu adam Goministliğin ne olduğunu bilmiyor, senin lakabının olduğunu zannediyor diyerek uyardım.Hüseyin agbi gülümseyerek vatandaşın işini halletmem için beni görevlendirdi.


Brüksel'de ilk camiyi kuran ve başkanı olan ağabeyim Seyfettin Malkoç'dur. Camimizin ilk binası şimdiki Chaussée de Haecht Efes Seyehat acentasının olduğu yerdir. Beş altı arkadaşın bir arya gelmesi ile kurulan Camimiz Türk camisi olarak faliyete başladı. Nato'da çalışan Ayhan Kayacan Türkiye'den Camilerimize imam ve öğretmen istememizde çok yardımcı oldu. Zaman içinde Camimiz genişleyen Cemaat yüzünden 2-3 defa yer değiştirdikten sonra şimdiki Fatih Camii'nin olduğu yeri bularak oraya taşındık.
İLK FUTBOL KULÜPLERİ
Bunun yanında Chazal'daki Grosing stadında çamurun içerisinde top oynuyorduk. Ozamanlarda imkanlarımızın kısıtlı olmasından dolayı formamız, spor ayakkabılarımız yoktu. Futbol oynama merakımızdan o yıllarda fırtına gibi esen Anadolu yıldızı Eskişehirspor'u tuttuğumuzdan ES-Es adında birde takım kurduk. Yaptığımız maçlarda 'Es-Es Anadolu'dan Es'te gel' şeklinde tezahüratlar da yapıyorduk. Rakiplerimiz bizi şikayet etmişler. Bunlar ırkçı Alman subayları Es-Es sloganını kullanıyorlar diye.
1974 yılında Trabzonspor Türkiye'de bir futbol devrimi başlatmıştı. Rue Brabant sokağında kurduğumuz Atlas Kahvehanesinde ilk kutlama gecesini düzenledik. Orada Belçika'da da Trabzonspor adında bir takım kurma kararını verdik, ancak bu çabamız 1979 yılında sonuçlandı. Bizden önce kurulan İstanbulspor, Onbiryıldız, Gençlerbirliği, Anvers Emirdağ spor ile çok sıkı maçlar oynadık. Daha sonraları Belçika Türk Spor Federasyonu’nu 1984 yılında faliyete geçip, bölgeler arası futbol turnavaları düzenledik.
BELÇİKALI KAHVESİNDE TÜRK ÇAYI
Gençlik yıllarımızda Türkleri Kahvehanelere, Restaurant'lara almıyorlardı. O yıllarda Belçika'da kış çok oluyordu. Öğle tatilinde eve gidip gelmek zor oluyordu. Hem ısınmak, hemde sıcak birşeyler içmek için girmek istediğim kahvehaneye beni almadılar.Orada kahvehane sahibi Alain ile kavga ettim, yabancı olduğum için beni Schaerbeek belediyesinin altındaki Polis karakoluna götürdüler. Orada Schaerbeek Belediye başkanı Nols' gördüm. Kendisine bizi bu memlekette Kahvelere, Restaurantlara almayacaksınız'da neden buraya getirttiniz? Biz de sizler gibi insanız şeklindeki şikayetim sonucu sekreterinden yabancıların haklarının neler olduğu konusunda bilgi aldı. Kahvehane ve diğer işyeri sahiplerine yabancıların kanuni haklarını hatırlatan bir ikazdan sonra bizlere Belçikalı'ların çalıştırdıkları işyerlerinin kapısı açıldı. 'Göçmenler kahvehanelere girebilir, ancak işyeri sahibi servis yapmaya mecbur değildir' diye yazıyordu madde de. Bir gün kahvehaneye gittim. Termosa Türk çayını demledim. Geçtiğimiz günlerde vefaat eden Polis Müdürü Rahmetli Jansen de yeni polis memuru olmuş o kahveye çıkıyordu. Kahveye girdiğinde burada güzel bir koku var nedir o diye sordu? Benim yanıma geldi. Kendisine de verip veremeyeceğimi sordu. Kendisine Türk çayı ikram ettim. Jansen ile dostluğumuz o günden kendisi vefaat edene kadar sürdü.
Sendika da vatandaşlarımıza tercümanlıkla başlayan sivil toplum kuruluşlarındaki gönüllü çalışmalarım spor kulüplerinde, Okul aile birliği'nde de devam ederek bugüne kadar devam etti. Ömrümüz bu şekilde gelip geçti. Şimdi bakıyorum aradan 47 yıl akıp geçmiş. Rahmetli annem bana ‘Oğlum gittiğin her yerde bir kapın olsun’ derdi. Bu sözü düstur bilip, Belçikalılarla iyi ilişkiler kurdum. Belçika’da yaşayan Türk kökenli vatandaşlarımıza sizin aracılığınız ile vereceğim ilk ve tek mesajım “Mutlaka çocuklarını okutsunlar, mümkünse yaşadıkları ülkenin iki dilini de çocuklarına öğretsinler”
Röportaj/Fotoğraf: BelTürkHaber©Şükrü Sağlam

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code