Ticker

6/recent/ticker-posts

Ad Code

reklam

BTF’DEN İMZA KAMPANYASI

1915 olayları ile ilgili Belçika Parlamentosu'nun aldığı sözde 'Ermeni Soykırımı'nı tanıma' kararı ve bu karar ile ilgili oluşabilecek hukuksal sorunlara tepki amaçlı olarak Belçikalı Türkler Platformu başta İngilizce, Fransızca, Flamanca, Türkçe dillerinde hazırladığı metin ile birlikte bir imza kampanyası başlatarak 3000 den fazla imzayı meclis başkanlığına ve tüm siyasi partilere gönderdiler. İmza Kampanyası ve Parlamentoya gönderilen yazı metni aşağıdaki gibidir. Sayın Başkan, Bu dilekçenin ekindeki bilgelerde imzası bulunan, Biz Türkiye Cumhuriyeti kökenli Belçika Krallığı vatandaşları ve de Avrupa Birliği kuruculardan Belçikalıların torunları olarak, savaşların insanlık dışı acılar yaşattığı görüşü inkâr edenler olarak fişlenemez, dışlanamaz ve muhakeme edilmeden mahkûm edilemeyiz. Tarihin incelendiğinde sunduğu tarafsız gerçeklerin, istisnasız, her birey tarafından kabul edilmesi gerektiğinin altını çizerken bu tarihin en iyi koşullarda ortaya doğruları yansıtarak çıkarılması taraftarıyız. Savaşların kan dökülen ve canlara mal olan arenalar olduğuna açıklama getirmemize veya bu görüşü belirtmemize gerek yok. Savaşlar herkese için çok büyük acıların kaynağı olurken, pek inanılır olmasa da, bazıları için bir umut ışığı da olabiliyordu. Nazilerin Yahudi soykırımı insanlık tarihinin en karakteristik acısıydı. Savaş sürecinde, bazı azınlık haklarını veya bağımsızlık kazanmak için yapılan işgalci kuvvetler ile işbirlikleri ise susturulmuş başka acıları da yansıtabiliyor. Ama bu umutla karışık bir acı olarak tekrar ve tekrar karşımıza çıkıyor. Birinci ve ikinci dünya savaşları sonrasında, işgalcilerle işbirliği yapanlara resmi devlet makamları ve sokaktaki vatandaşlar tarafından baskılarla karşılık verildi, hatta bunlardan bazıları toplumu temizlemek adi altında her türlü haklarından mahrum edilerek ayıklandı, temizlendi ve sonunda 40.000 mahkûmiyet ve en azından 242 idam cezası verildi. Raad van Vlaanderen 1917, Rex, VNV dernek üyeleri dava edildi, tecavüze uğradı, toplum içerisinden ayıklandı. İşte burada, bu karşı, harekât ve davranışların da soykırımvari uygulamalar olup olmadığını sorgulamamız gerekmiyor mu? Bazı yüksek konumdaki devlet büyükleri Kral Léopold II için büyük bir vizyoner diyebiliyor, o dönemlerde kendi katkıları ile Kongo sömürgesinde yaşananlarla atıfta bulunarak. Yasanmış bu insanlık dışı olaylar Belçika içişleri ile yakından ilgili olmamış ve ülkenin hazine girişlerin büyük bir kısmının nedeni olmasaydı anında örtbas edilmekten ziyade, bir linç girişimi ile karşı karşıya kalmaz mıydı? Cezayir’de 50’li yıllardaki iç savaş ve olaylar, infazlar beyinlerimize kazınmıştır. Bugün 50 yaşından büyük her Avrupalı Cezayir deki Fransız operasyonları, günümüzde hala emniyet operasyonları olarak konuşulmaktadır. 1968 yılında Fransa Meclisi tarafından genel af süsü ile bu vahşet ve gaddar olayların üstleri kapandı. Daha önceki Belçika örneği gibi bu da Fransa Cumhuriyeti içişleri olarak tarihe geçti. Bu örnekleri 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başı romantik kara Avrupa sinin yansımaları olarak görebiliriz. Bu dönemlerde kaos, anarşi, “apartheid” (ırkçılık) ve yolsuzluk cirit atıyordu... Kölelik, ayrımcılık ve çocuk isçiliği güncel ve doğal olaylardı, seçme ve seçilme hakki aristokratik erkeklerin ayrıcalığı olarak kabul edilmişti, erkek isçilerin ise siyasi arenadaki güçleri bir tek oyla sinirliydi, kadın vatandaşlar ise siyasi sistemden tamamen dışlanmıştı. Birleşmiş Milletler öncüsü Miletler Cemiyeti, bugünkü bildiğimiz Uluslararası Hukuk, Avrupa İnsan Hakları Kararnamesi, Cenevre antlaşmaları, Soykırım Antlaşması ve benzerlerinin hiçbiri daha gün yüzü görmemişlerdi. Bu olayların gölgesinde, anakaramızın en insanlık dışı geçmişinden barışçıl Avrupa Birliği doğdu ve hızlı adımlarla bir hümanizm akımı başladı. Bu hümanizm modern Avrupa toplumunun birbirine bağlı medeniyet ögeleri ile oluştu: insan hakları, demokratikleşme, hukuk devleti prensipleri... Kazanılmış olan Avrupa hümanizm oluşumları yabana atılmamalı, kesinlikle eskinin kaos ve keyfiyetine geri dönüş olmamalı. Avrupa bu öncülüklerde sorumluluğunu ele almakla mükelleftir. Hümanist toplum, devletin hukuki ve siyasi dürüstlük içerisinde hareket etmesini içermektedir ve yasallığı, Bestimmtheitsgebot, da ayrıca kapsanmaktadır. Yasallık savunma hakkını, adil yargılanma hakkini, silahlar eşitliğini ve suçsuzluk karinesini kapsamaktadır. Burada bu yasallık listesine başka hakları da ekleyebiliriz, ama yasallığın asil içerik ve amacının Yargının keyfi uygulamalar ile karar vermesinin önüne geçmesi olduğunu anlamalıyız.
Yargı karar verirken kurallar içerisinde hareket etmeli ve her bireyin, en azılı katilin bile, yargılanırken haklarının olduğunu unutmamalıdır. Anlaşılacağı gibi Yargının en önemli ve asil görevinin gerçeği “aydınlanmış” bilgisi ile saklandığı karanlık geçmişinden kopararak açığa çıkarmasıdır. Yasama ve yürütme olarak, klasik erkler ayrılığı üçgeni içerisinde yargılamaya karışmak ve kendi gerçeğini diretmek siyasilerin işi değildir. Siyasiler seçilmiş kişilerdirler, görevleri seçildikleri devlet sınırları içerisinde vatandaşların hakları için hizmet etmekle sinirli değildir, uluslararası alanda da etik olarak dürüst hareket sergilemekle mükelleftirler. En hafif tabirle ulusal veya uluslararası yargının yerine geçmenin “imkânsız” olduğunun altını çizmeliyiz. Siyaset arenasındaki bu anarşik ve kaos oluşumlarını kaldıracak gücü yok Avrupa’nın. Hatta bu xenofobik, aşırı sağ eğilimler ve ekonomik krizler altında ezilir kalır kendisi ve bir daha da belini düzeltecek güce gelemez. Siyasiler devlet sınırları içerisinde ve dışında kendi meclis çalışma yönetmeliklerine en azından etik olarak bağlı olmalıdırlar. Belçika Krallığı içerisinde bu Meclis deontoloji codexidir, (kuralları) siyasilerin erkler ayrılığına saygıları kendi devlet çalışmalarına saygılarından ibarettir. İşte bu çalışma metotları kendilerini Ortadoğu cehennem sınırındaki kelle uçuranlardan ayırt edendir aslında.Hâlbuki hem iç hem de uluslararası alanda bu erkler ayrılığı ve yasaların geriye dönük işleyemezdik prensipleri demirlenmiş olmalılar. (Belçika Ceza kanunu madde 2, 1°, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 7, Kişisel ve siyasal haklar Uluslararası Sözleşmesi madde 15, Viyana anlaşması madde 28) Bunların aksine ve tüm kurallara aykırı olarak, hem ulusal, hem de uluslararası hiç bir dayanağı olmadan hareket etmek, dünya barısına katkı getiremez. Aksine savaş mağduru 10 milyon Osmanlı Türk’ü torunlarını zan altında bırakır ve bunlara karşı nefret duygu ve hisleri besler, oluşturur. Bu yaklaşımlar Avrupa değerlerini baltalamaktan başka bir ise yaramaz. Siyasilerin 3 Şubat 2015 tarihli Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi kararını yok saymaları da gafletten başka bir şey değildir, bu davranışları ile oturdukları camdan evlerde güç istismarından başka bir şey yapmıyorlar. Olayları daha da kötü ortamlara çekmeden güçlü bir sinyal vermek istiyorsa hükümet ve meclisimiz, gerçekçi olmayan ve popülist davranışlardan kaçınmalıdır. Kendi arka bahçesinde islenmiş olan insanlığa karşı suçların kabulü ve bunların her kim islediyse o kişi veya kişiler tarafından düzeltilmesi, kesinlikle dünya barışına katkı sağlar ve her nerede olursa olsun bu acıların dinmesine yardımcı olur. Her dönem, dünyanın herhangi bir yerindeki olası uyumlu veya uyumsuz toplumlara, kendi siyasi veya dinsel amaçları doğrultularında dış güçler tarafından nifak sokulmuştur. Araştırmalar ve iç arşivler Anvers’li Edward Joris’i büyük olasılıkla Kral II. Léopold ’un emrindeki Ermenilerin Lawrens’i olarak göstermemektedir. Hükümet ve meclisimiz, Avrupa ve dünya genel tarihindeki bulanık sayfaların kabulünü arzuluyorsa, bunu her kesimin acısına saygı duyarak yapmalıdır bunu. İnsan hakları, Avrupa değer ve prensiplerinin teminat altına alınması sadece tarafsız araştırma merkezleri ile gerçekleşebilir. Bu merkezlerin en verimlisi ülkeler sınırlarını aşan, ve yeterince literatür ve araştırma raporları ile donatılmış, dünya arşivlerinden beslenmiş ve böylelikle Osmanlı-Ermeni vatandaşlarının acısını ve Osmanlı Türk vatandaşlarına karşı islenmiş savaş suçlarından doğan acıları baz alan meclisler arası araştırma komisyonları ile olur. Kanaatimiz, milyonları ilgilendiren bu konuda alelacele ve siyaseten hatalı gereksiz duruşlar ile hukuki bir mahkûmiyet kararı verilmesinin barışçıl bir sonuç doğurmayacağıdır. Yasama ve yürütme, bunun önceden belirtilmiş bir görüş ve duruş ile yapılamayacağını kavramış olmalıdır ve böylelikle de iddia edilen 1915 olayları ve Yahudi soykırımı benzerliklerini de kanıtlanmış olmalıdır. Aşağıda imzası bulunan bizler, Meclise dilekçe sunarak olayların değerlendirilmesi ve alınacak görüşlerde Avrupa değer, norm ve etiğine saygı duyulmasını bekliyoruz. Bunu Yasamanın yerine yetki kullanarak karar vermeksizin ve yasallığa tamamen saygı göstererek, olayları renklendirmeden gerçekçi bir tarih ve hukuki araştırma yaparak, biz, Belçika, Türk ve Ermeni dünya vatandaşlarına detaylı bir şekilde olayların Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde nasıl geliştiği ve cereyan ettiğini kavramaları için yapılmasını arzuluyoruz. Böylelikle ortak savaş acısının sonunda hepimiz için dinebileceğini umuyoruz. Meclisten naçizane beklentimiz, ayni duruş ve hareketin Karabağ ( Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi application n°. 13216/05 ) Sincan, Arakan, Tibet ve diğerlerine de acilen ayni sertlikle gösterilmesidir. Teşekkür eder saygılarımızı sunarız, BELÇİKALI TÜRKLER PLATFORMU | Temmuz 10, 2015, 6:20 pm | Etiketler: Belçika Krallığı, Belçikalı Türkler Platformu, Ermeni soykırımı, İnsan Hakları

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code