Belçika'ya Türk göçünün üzerinden elli yıl geçti. Acısıyla,
tatlısıyla dile kolay elli yıl. Anadolu'nun vefakar insanlarının olmayan
aş ve işe çare bulmak için düştüğü yollar; onların belki de kaderin
cilvesi dedikleri "Gurbet" günler uzadıkça insanın burnunun direğinde
bazen bir sızı, bazen dudaklarda gizli gizli söylenen bir türkü, ama ne
olursa olsun yüreklerinde bitmek tükenmek bilmeyen bir vatan
sevdasıdır. Aş ve iş için çıkılan umut yolculuğunda yaşanan gerçek
hikayeleri birebir yaşayanların kendi anlatımları ile sizlere Göç
Hikayeleri röportaj serimizle BelTürkHaber farkıyla sunmaya başlıyoruz.
İşte Onlardan biri daha çocuk yaşta düşmüş gurbet yoluna bakalım neler
anlatmış.
GÖÇ HiKAYELERi-HASAN KURŞUN
Hasan
Kurşun 1950 Emirdağ Demircili köyü doğumluyum. Belçika'ya çocuk yaşta
ilk gelenlerden sayılırım. Belçika'nın işçi aldığını duyup bu ülkeye
gitmek için beş arkadaş bir araya geldik. Ben yaşımın küçük olması
nedeniyle Babamın kefaletini alarak pasaport çıkarttırdım. Afyon'dan
pasaportlarımızı çıkarttırıp üzerimizde bir gömlek, bir kravat, bir çift
yeni ayakkabı, elimizde bir ceket 1966 senesinin beşinci ayında umuda
yolculuk için İstanbul'a doğru yola çıktık. İstanbul'da biraz araştırma
yaptıktan sonra, bizi Belçika'ya götürmesi için bir minibüs kiraladık.
Arkadaş grubum içerisinde bir tek ben okur yazar olduğum için satın
aldığımız bir harita üzerinde nerde olduğumuzu, Belçika'nın nerede
olduğunu, bana soruyorlardı. Araç sürücüsü daha önce bir kaç defa
Avrupa'ya gidip geldiğini söylemesine rağmen yolculukta onun da ilk defa
bizimle birlikte ilk seferi olduğunu anlıyoruz. Türkiye'den çıktıktan
sonra mola verdiğimiz ülkelerdeki insanlarında bizler gibi olduğunu
gören diğer arkadaşlar çok şaşırdı. Onları başka tip insanlar olarak
hayallerinde canlandırmışlar.
BELÇİKAYA NİYET ALMANYA'YA KISMET
Gümrüklerden
geçerken yaşımın küçük olması benim için avantaj oldu. Gümrük
memurlarının sempatisini kazandım. Bizi Belçika'ya getirmesi için
anlaştığımız arkadaş bizi getirip büyük bir şehirin istasyonuna bıraktı.
Artık gümrük kalmadı buradan Tren'e bineceksiniz, Tren sizi Belçika'ya
götürür diyerek bizle vedalaşıp ayrıldı. Arkadaşlarla beraber İstasyonun
bilet gişesine gittik, dilimizin döndüğünce, tarzanca gişeden
Belçika'ya gitmek için bilet istedik; ancak gişedeki memurun ne dediğini
anlamadığımız için ilk etapta bileti alamadık. Daha sonraları bileti
aldık. Bir de baktık ki burası Almanya'nın Berlin şehriymiş. Trene binip
Belçika için yolculuğa başladıktan sonra yapılan ilk kontrolde bizi
Trenden indirdiler. Bir türlü Berlin'den çıkamıyoruz. Bu arada paramızda
azalmaya başladı. Bulduğumuz bir pansiyon otelin bir odasında hepimiz
aynı yerde yatıp kalkıyoruz, dışarı çıkıp park'ta yemek yiyoruz,
günümüzü orada geçiriyoruz.
Bir gün ben parkta yalnız otururken
fötr şapkalı, kravatlı birisi geldi. Bana sen Türk müsün? sen çok kötü
durumdasın, Aileyin yanına neden gitmiyorsun, bu çocuk yaşta ne işin var
buralarda? diyerek söylendi.
Ben ise bir arkadaş grubu ile
Türkiye'den Belçika'ya gitmek için yola çıktığımızı, bir türlü
Berlin'den dışarıya çıkamadığımızı kendisine anlattım. Onunla birlikte
Arkadaşlarımın yanına gittik. Orada başımızdan geçenleri kendisine
anlattık. Bize yardım edeceğini, ancak hafta sonuna kadar işlerinin
olduğunu, sadece beni evinde misafir edebileceğini söyledi. Evine
gittik. Sonradan anlattığına göre kendisi Demokrat parti milletvekili
imiş, ihtilalde Türkiye'den kaçıp buraya yerleşmiş. Hafta sonuna kadar
bana baktı, kıyafetlerimi değiştirdik.
BERLİN DEN GENT'E
Sağolsun
hafta sonu iki taksi tutup Berlin Türk Konsolosluğuna bizi götürdü.
Durumumuzu konsolosa anlattı. Orada anladık ki Berlin'i çıkmak için Vize
gerekiyormuş. Konsolos benim derhal Türkiye'ye gönderilmemi istediyse
de Bizimle gelen milletvekili hepimizin vizesini almış. Bizimle birlikte
Tren'e binip bizi Belçika'ya kadar getirdi. Belçika hududundan içeri
girdiğimizde Babamızın evine gelmiş kadar sevindik.
Gent
İstasyonuna kadar bizimle gelen milletvekili elimizde yazılı olan
Sleepstraat adresine kadar bizi tuttuğumuz taksi ile getirdi. Bizden beş
ay önce gelen Ceylan Akkaş ile Kul Hasan Lakaplı Hasan Avcı ile
karşılaştığımızda Emirdağ'da kendi anamızı, babamıza kavuşmuş kadar
sevindik. Köyden, Ailesinden herkes bir şeyler soruyor, bizden
kendilerine gönderilen selamları dinlemek için sabırsızlanıyorlardı.
Hasret meğerse böyle bir şeymiş.
Belçika'ya gelmek için borç, harç
buluşturduğumuz ikibinbeşyüz liradan yanımda altıyüz lira kadar
kalmıştı. Ceylan ağbiyle bu parayı Türkiye'ye gidenlerden tekrar aileme
gönderdim.
KARARGÂH
Gent'e geleli bir hafta
olmuştu, Sleepstraat yakınlarında Türklerin karargah adını taktıkları
bir yerde kalıyorduk. Beraber geldiğimiz arkadaşlara iş bulma telaşı
esnasında beni unuttular. Aradan bir ay geçmiştiki beni bir tekstil
fabrikasına götürdüler. Orada hem çalışıp, hem de okula gidecektim. İşe
başladım bir hevesle hem okuyor, hemde çalışıyorum aradan beş yada altı
ay geçmişti. Bu arada Türkiye'den de durmadan Belçika'ya yeni işçiler
gelmeye devam ediyor. Kaldığımız evler artık bize yetmemeye başlamıştı.
Gelen insanlar işe başlayıp, durumunu düzeltesiye kadar o evlerde bir
odada yirmi kişi kalıyordu. İş bulup arkadaş grubu oluşturanlar yeni ev
tutup evden ayrılıyor, yerine yenileri geliyordu. Yeni gelen
arkadaşları, akrabaları orada görüp, ziyaret ediyorlardı. Sleepstraat ve
çevresinde 1966-1967 dönemlerinde Türkler bu şekilde yerleştiler.
KIZILAY PULLARI
işçi
göçü furyası tüm hızıyla devam ederken pasaportlarda sorunlar meydana
gelmeye başlamıştı. Buraya gelen arkadaşların aldıkları pasaportlar
Turist pasaportu imiş, pasaport'ta kızılay pulunun yanında sadece
turistik gezi amacıyla kullanılır şeklinde yazdığı için Belçika polisi
yeni gelen arkadaşlara oturma müsadesi vermemeye başlamıştı. Gelen
arkadaş ve akrabalarımızın geri dönmelerini önlemek için Türkiye'ye
Kızılay pulları siparişi verdik. Gelen pulları pasaporttaki mühürlü
kısmın üzerine yapıştırıyordu. Belçika Polisi pasaportu kontrol
ettiğinde pullar mühürü kapattığı için 'Turist' pasaportu olduğunu
anlayamıyor, harç pulu sanıyordu. Bu şekilde gelen arkadaşlarının oturma
izinlerini alıyorduk. İmkansızlıklar bizlere olmayacak şeyleri
yaptırıyordu.
Zaman içerisinde insanlar çoğaldıkça sorunlarda
çoğalmaya başlamıştı.Normal yollardan kanuni prosedürü uygulamış
olsaydık; o zamanki şartlarda gelen insanlardan belkide % 10'u burada
kalabilirlerdi. Türk'ün müthiş zekasını kullanarak bazı işleri kendimiz
başardık. Belçika'da oturum alan, iş bulan hemen memleketindeki
kardeşini, yakın akrabasını da yoksulluktan kurtaracak, Belçika'ya
getirmenin çarelerine koyuldular. O zamanlar bir işyerinde fabrikada
çalışanlar isim vermek suretiyle 'İstek' yolu ile Türkiye'den işçi
getirtebiliyorlardı. Gelen insanlar oturumu alıp, çalışma müsadesini
aldılarmı. O işten çıkarak başka bir iş yerine girerek oradan da başka
kişileri 'İstek' ediyorlardı. Bu suretle çok kişi Belçika'ya geldi.
SINIRDAN 20 KİŞİYİ GEÇİRDİM
Eski
Yugoslavya zamanında Avusturya sınırından girmek isteyen 20
arkadaşımızın pasaportuna Avusturya Polisi ülkeye giremez damgası vurup
geri göndermek istemiş. Bize yardım etmemiz için oradan haber geldi. Ben
Trenle oraya kadar gidip gümrükte üç gün araştırma yaptım. Gümrükten
geçecek gece son tren’de görevliler değişirken aynı zamanda kontrollerde
yapılıyormuş. Kontroller esnasında sınırdışı kararı alınmış arkadaşları
tren’den indirip, kontroller bitiminde kapıların tekrar açılması
esnasında yeniden Tren’e bindirip o şekilde sınırdan geçirdim ve hepsi
işçi oldular.
HATIRALAR ANLATMAKLA BİTMEZ...
-İlk
gelen insanlar belirli bir zaman sonra durumlarını düzelttikten sonra
Türkiye’den ailelerini ve çocuklarını da yanlarına aldırmaya
başlamışlardı. Aynı fabrikada çalışan arkadaşlar birbirlerinin kaçar
para maaş aldıklarını sohbet esnasında konuşuyorlardı. Bu esnada aynı
işi yapanlar arasında maaş farkı olanlar gizli kıskançlıklar sonucu
patronun yanına beni tercüman olarak götürüyorlar, neden diğer
arkadaşından kendisinin maaşının az olduğunu sormamı istiyorlardı.
Patron’da saat ücretlerinin ve yaptıkları işin aynı olduğunu sadece
herkesin çocuk sayısının diğerinden farklı olduğu için maaşlarınında bu
yüzden küçük farklılıklar olabileceğini belirtiyordu. Bunu öğrenen bazı
arkadaşlar; Ben de hemen bir çocuk daha yapıp falanca ile aynı maaşı
alacağım diyorlardı.
-Çalışma kağıdı(Permi)alabilmek için mutlaka
doktor kontrolünden geçmek gerekiyordu. onun için Doktor’a benimle
gelirler tercümanlık yapmamı isterlerdi.
-1966 yılında Belçika’ya
gelen ilk nesil ile, şu an Belçika’da yaşayan insanların yaşam tarzları
arasında çok büyük farklılıklar var. İlk nesil arasından paylaşma,
dayanışma çok yüksek düzeydeydi. Türkiye’den birisine bir mektup geldiği
zaman herkes oturur memleket’ten gelen haberleri dinlemek için can
atardı. İlk yıllarda işe gitmek için birisi Bisiklet aldığı zaman diğer
komşusu onu tebrik etmek için ziyaretine gidiyordu.
-1967 yılında
on tane evden birisinde Televizyon bulunuyordu. Türklerden hiç kimse de
televizyonu olan yoktu. Muhammet Ali Clay’ın sabah 04:00 da boks maçı
vardı biz komşumuz olan bir Belçika’lının evinin penceresinden maç
seyrediyorduk.
-1972 yılında ilk renki Televizyon çıktığında
hepimiz toplanıp sıraya girdik, sıra ile vitrindeki renkli televizyonu
seyrettik. Fiyatı ise o zamanın değerine göre Ellibin Belçika Frankıydı.
İLK İZİNİM
1966
yılında çıktığım Belçika yolculuğumdan üç yıl sonra evlenmek üzere
memleketime izine gittim. Belçika’da yaşadığım üç yıl içerisinde köyün
imajını gözümde bir türlü canlandıramıyordum. Emirdağ’a vardığımda
meydan da bulunan bir kaç araçtan birisi olan Memidede nin Jip’i
kiralayıp Köyüm olan Demircili’ye gitmek üzere yola koyulduk. Jip sahibi
beni köye yeni atanan öğretmen sandı. Bende cevap vermedim. Okulun
önüne vardığımızda Okul bugün soğuktur, Yukarda bir tanıdığım var, beni
oraya götür dedim.
Jip köye girdiğinde bütün köylüler aracın motor
sesinden köye jip geldiğini anlayıp evlerin damlarında jipi seyre
çıkmışlar. Köyün çocukları çoktan arabanın etrafında toplanmış, peşi
sıra koşuyorlar. En sonunda bizim evin önünde işaret ettim Jip
durduğunda Memidede’nin şaşkınlığı bir kat daha artmış :-Ya hu sen bizim
Apık’ın oğlumusun? Üç yıldır senin yüzünden Anneyin göz yaşları sel
oldu. Çocuk yaşta sen gurbete gittikten sonra arkandan bu köyde
ağlamadık insan kalmadı dedi.
Eve köyde gelmeyen insan kalmadı.
Herkes izine gelen ilk kişi olmam sebebi ile ziyaretime gelmişlerdi. Bu
ziyaretler bir hafta sürüdü. Belçika’da üç sene içerisinde alıştığım
hayat tarzı ile doğup büyüdüğüm köyümün o yıllardaki yaşamı tuhafıma
gitmişti. Fakirlik, gariplik, yokluk kol keziyordu. Herkes bu yaşamdan
kurtulup, daha iyi şartlarda yaşamak için benden Belçika’ya çocuklarının
nasıl, ne şekilde gidebileceğini duymak, sormak için geliyorlardı.
Kendi şahsıma Emirdağ’dan en az yüz kişiyi Belçika’ya getirtip işçi
olmalarını sağladım.
GENÇLER GEÇMİŞİNİZDEN UTANMADAN YARINLARA UMUTLA BAKIN...
Belçika’da
1974 senesine kadar işçilik yaptım. 1974 senesinden sonra kendi işimi
kurdum. Önceleri Kahvehane ve bakkal işletmeye başladım. Belki geri
döneceğiz diye daha değişik işlere ve yatırımlara kimse heves etmiyordu.
Gent’te tahminime göre ilk Kahvehaneyi Celal hoca dediğimiz ağabeyimiz
açmıştı.Türkiye’den de haftada bir kez gazeteler gelmeye başlamıştı.
Kahvehanede toplanır gazeteleri herkese yüksek sesle okurdum.
Arkama
dönüp baktığımda Elli yıllık bir geçmiş var. Buna rağmen ilk ve tek
pişmanlığım canımı dişime takıp neden okumadığımdır. Elimde fırsatlar
olmasına rağmen kendi çıkarlarım için değil halkımın ve memleketim
Emirdağ’ın zenginleşmesine daha çok katkı sağlamak için daha da zengin
olmadığıma pişmanım. Gerçekten dört dörtlük bir insan kendisi için
yaşamaz, ait olduğu toplumu için yaşar. Yeni yetişen gençlere de
tavsiyem belki burada doğup büyüdünüz; ancak atalarınızın geldiği yeri
unutmadan, oralardan utanmadan mutlaka okuyun, eğitiminizi yapın.
Röportaj:BelTürkHaber©Şükrü Sağlam
0 Yorumlar