En son katıldığım kişisel gelişim seminerindeki uzman şöyle diyordu:
“Eskiden yetiştirilen sebze ve meyveleri düşünün, miktarları azdı ama ne
kadar lezzetliydiler. Meyve ve sebzeler sadece mevsimlerinde olurdu,
herkes bulamazdı, değerliydiler. Şimdi gidin herhangi bir alışveriş
merkezine istediğiniz her meyveyi ve sebzeyi bulabilirsiniz. Her şeyin
kolayca bulunup bolca olmasına rağmen eski tadını bulamazsınız… Aslında
değişmez kural şu : Bir şeyin miktarı artarsa etkisi, değeri azalır.”
Gerçekten
de öyle değil mi.. Günümüz insanının her türlü maddi imkanı artmasına
rağmen, hayatında bir şeyler sürekli tersine gidiyor. Mutlu ve başarılı
olma çabası içerisindeyken çoğu zaman kaybettiklerinin farkına çok geç
varabiliyor. Huzuru, bereketi ve ağzının tadı sürekli azalıyor.
Hayatının, sahip olduklarının değerini bilmiyor. Lüks bir yaşamla, daha
fazla parayla, daha geniş imkanlara sahip olmakla mutluluğa
kavuşulmayacağını kim anlatacak bize ?
Evimiz, ailemiz,
akrabalarımız, komşularımız, değerlerimiz, yaşamımız ne kadar da
değişti.. Çocuklar bile eski çocuklar değil. 20-30 sene öncesi
çocukluğunu yaşayanlar yeni neslin yaşadığı hızlı değişimi görünce
tabiri caizse dehşete kapılıyor, moralleri bozuluyor. Çocuklar doyumsuz
ve sahip olduklarının değerinin farkına varmadan büyüyorlar. Bir oda
dolusu oyuncakları olan çocuklar daha fazlasını istiyorlar. Sofrada kaç
çeşit yemek olmasına rağmen, anneler çocukların ağzına kaşıkla yemek
koymak için peşinde koşuyor. Toprağın, havanın, suyun değerini
çocuklarımıza öğretemiyoruz çünkü bizler de bilmiyoruz.
Peşinden
koştuklarımızı hiç yakalayamıyoruz. Hayatın koşturması içinde çoğu şeyin
farkına bile varmıyoruz. Hiç duydunuz mu; paranın, zenginliğin peşinden
koşup ta gözü doyanı? Bazı şeylerin sonu yok. İnsan hep daha fazlasını
istiyor. Koltuk ve makama kavuşanların gözü hep bir üstünde,
yükseklerde…Hep daha fazla alkış, hep daha fazla övgü, hep daha fazla,
hep daha fazla…Nereye kadar...
Sahip olduklarımızın farkına bir
varabilsek, şükretmeyi öğrenebilsek… Kanaatin en büyük zenginlik
olduğunu öğrenebilsek… Mutluluğun, sahip olduklarımızla yetinmekle
olduğunu bir kavrayabilsek… Nefes alabilmenin bile ne kadar değerli
olduğunu çocuklarımıza bir anlatabilsek…
Hep kendimizden
yüksektekilere bakarak, haset, kıskançlık yarışı içerisinde hayatımızı
zehir ediyor, mutsuz oluyoruz. Halbuki, dünyada ibret gözüyle bakılması
gereken o kadar yer, o kadar insan var ki.. Ekmek bulamayan, içme suyu
bulamayan, elbise, ayakkabı bulamayan o kadar insan.. Bir de bunları
bulamayıp, başına sürekli kurşunlar, bombalar yağan, her an can endişesi
içinde yaşam mücadelesi veren… Ya hastanelerde bin bir hastalığın
pençesinde derman arayanlar… Ya huzurevlerinde, oğlunun, kızının,
torununun ziyaretlerine gelmesini dört gözle camın önünde saatlerce
bekleyen yaşlılar..
Gidişat pek de iyi değil aslında.
Değerlerimizi teker teker kaybediyoruz. Düşünün, evlerimiz televizyonun
ve cep telefonlarının istilasına uğradığından beri kaybolmayan ne kadar
değerimiz kaldı… Son model telefonların hızla değişen bir üst modeliyle
yenilenme yarışı bakalım neyle noktalanacak…
“Sahi, ayfon 6 çıkmış, çok da marifetliymiş. Biraz pahalı ama olsun.. Almasak el ne der(!) Değil mi ama…”
Rahatlık bize batıyor abi !
0 Yorumlar