Ticker

6/recent/ticker-posts

Ad Code

reklam

Rahatlık bize batıyor

En son katıldığım kişisel gelişim seminerindeki uzman şöyle diyordu: “Eskiden yetiştirilen sebze ve meyveleri düşünün, miktarları azdı ama ne kadar lezzetliydiler. Meyve ve sebzeler sadece mevsimlerinde olurdu, herkes bulamazdı, değerliydiler. Şimdi gidin herhangi bir alışveriş merkezine istediğiniz her meyveyi ve sebzeyi bulabilirsiniz. Her şeyin kolayca bulunup bolca olmasına rağmen eski tadını bulamazsınız… Aslında değişmez kural şu : Bir şeyin miktarı artarsa etkisi, değeri azalır.”
Gerçekten de öyle değil mi.. Günümüz insanının her türlü maddi imkanı artmasına rağmen, hayatında bir şeyler sürekli tersine gidiyor. Mutlu ve başarılı olma çabası içerisindeyken çoğu zaman kaybettiklerinin farkına çok geç varabiliyor. Huzuru, bereketi ve ağzının tadı sürekli azalıyor. Hayatının, sahip olduklarının değerini bilmiyor. Lüks bir yaşamla, daha fazla parayla, daha geniş imkanlara sahip olmakla mutluluğa kavuşulmayacağını kim anlatacak bize ?
Evimiz, ailemiz, akrabalarımız, komşularımız, değerlerimiz, yaşamımız ne kadar da değişti.. Çocuklar bile eski çocuklar değil. 20-30 sene öncesi çocukluğunu yaşayanlar yeni neslin yaşadığı hızlı değişimi görünce tabiri caizse dehşete kapılıyor, moralleri bozuluyor. Çocuklar doyumsuz ve sahip olduklarının değerinin farkına varmadan büyüyorlar. Bir oda dolusu oyuncakları olan çocuklar daha fazlasını istiyorlar. Sofrada kaç çeşit yemek olmasına rağmen, anneler çocukların ağzına kaşıkla yemek koymak için peşinde koşuyor. Toprağın, havanın, suyun değerini çocuklarımıza öğretemiyoruz çünkü bizler de bilmiyoruz.
Peşinden koştuklarımızı hiç yakalayamıyoruz. Hayatın koşturması içinde çoğu şeyin farkına bile varmıyoruz. Hiç duydunuz mu; paranın, zenginliğin peşinden koşup ta gözü doyanı? Bazı şeylerin sonu yok. İnsan hep daha fazlasını istiyor. Koltuk ve makama kavuşanların gözü hep bir üstünde, yükseklerde…Hep daha fazla alkış, hep daha fazla övgü, hep daha fazla, hep daha fazla…Nereye kadar...
Sahip olduklarımızın farkına bir varabilsek, şükretmeyi öğrenebilsek… Kanaatin en büyük zenginlik olduğunu öğrenebilsek… Mutluluğun, sahip olduklarımızla yetinmekle olduğunu bir kavrayabilsek… Nefes alabilmenin bile ne kadar değerli olduğunu çocuklarımıza bir anlatabilsek…
Hep kendimizden yüksektekilere bakarak, haset, kıskançlık yarışı içerisinde hayatımızı zehir ediyor, mutsuz oluyoruz. Halbuki, dünyada ibret gözüyle bakılması gereken o kadar yer, o kadar insan var ki.. Ekmek bulamayan, içme suyu bulamayan, elbise, ayakkabı bulamayan o kadar insan.. Bir de bunları bulamayıp, başına sürekli kurşunlar, bombalar yağan, her an can endişesi içinde yaşam mücadelesi veren… Ya hastanelerde bin bir hastalığın pençesinde derman arayanlar… Ya huzurevlerinde, oğlunun, kızının, torununun ziyaretlerine gelmesini dört gözle camın önünde saatlerce bekleyen yaşlılar..
Gidişat pek de iyi değil aslında. Değerlerimizi teker teker kaybediyoruz. Düşünün, evlerimiz televizyonun ve cep telefonlarının istilasına uğradığından beri kaybolmayan ne kadar değerimiz kaldı… Son model telefonların hızla değişen bir üst modeliyle yenilenme yarışı bakalım neyle noktalanacak…
“Sahi, ayfon 6 çıkmış, çok da marifetliymiş. Biraz pahalı ama olsun.. Almasak el ne der(!) Değil mi ama…”
Rahatlık bize batıyor abi !

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code